HBK

74 yılının çiçekli böcekli bahar ayında mayısın orta yerinde, aynı zaman da nenem olan ebem Asiye’nin şaplağıyla 43 yıl önce kendi isteğim dışında merhaba dedim dünyaya… 🙂

Çocukluğum, betondan uzak kimi zaman ahırdaki süt deposu KARAKIZ’la kimi zaman ikiz köpeklerimiz türkeş ve evrenle oynarak geçti. Sizlerin yıllar sonra Canan Karatay’dan dinlediğiniz doğal beslenmeye ben, elimde sobada pişen sıcak ekmeğe karakızın sütünden sapsarı yağ üreten nenemin emeğini sürerek 5 yaşında başladım.

Temel Dedemden Asiye Nenemden başlayıp kardeşlerime dek toplamda 10-15 kişilik bir ev ortamında hiç yalnızlık çekmeden geçirdim günlerimi, zaten o yıllarda henüz depresyon icat edilmemiş, trip TDK ya girmemişti.

Bunca güzel ayrıntının yanında, erken büyümemize sebep tuhaf ve baskı dolu günlere de şahitlik yaptım. Her gece bir köy evinin etrafını saran jandarmalar, Tolstoy kim diye soran geri zekâlı bir karakol komutanı, fındık bahçemize gömdüğümüz binlerce kitap dolu teneke kutu ve 9 günlük işkence zulmünden dönüşünde tanıyamadığım bir baba gerçeği…! Yani bu ülkede faşizm hiç sönmeyen bir ateş gibi, sırası gelen illa tadıyor ucundan, tıpkı benim çocukluğumdaki gibi.

Amcamın çeke çeke uzattığı kulağımın acısını dindirmek için 6 yaşında gazete köşesi okuyacak kıvama gelmiştim. O zamandan kalma okumak, yazmak, karalamak aşkım. Anladım ki birilerine anlatamayacak buhranlarınız, aşklarınız, sevdalarınız, tutkularınız varsa bunu bertaraf etmenin tek yolu yazmak, kelimelere hapsedip, gün yüzü görmeyen yatak altı defterlere tıkmak gerek..

Herkesin dilinde pelesenk olmuş bir laf vardır ya “eskiden çok güzeldi her şey” diye başlayan işte ben o “eski’’nin içinden gelenlerdenim. Dedemin radyosunda konuşan herifi bulmak için o mıktanıslı kısmı darmadağın edişimden tutunda lamba ışığında fındık seçmeye, soba başında uyumaya, tarla koşan öküze acımaktan, elleriyle çay toplayan büyüklerime, sepetle ineğine yaprak taşıyan nenemden, çay bahçesinin başında aniden beliren ayı yavrusuna, amcamın oltasında çırpınan kırmızı benekli alabalıktan, çay alım yerinde her akşam kan ter top oynayıp gece karanlığında korkarak eve dönüşüme,hopada limana yanaşan her gemiyi babamın sanmamdan, amcamın Kıbrıs’tan getirdiği pilli arabama, nenemin kendir tohumu urganında salıncak kurmaktan, köye dikilen ilk elektrik direklerine şahitlik etmeye kadar o “eski”nin ta kendisiyim.

Gerisi bildiğiniz gibi okul,okul,okul ve sınavlar ve ver elini gurbetin şafağı; bir tarafta Ahmet Kaya bir tarafta yeni yetme Kazım Koyuncu ve arada bir aşkımıza maya çalan İbrahim Tatlıses’in “sarhoş’’u..Ve hızla çöken bir sistemi, dize düşen bir devleti ve onun bitmez tükenmez rantını kovalayan siyasileri gözlemlemek..

Şimdilik bu kadarını bilin ki; hiçbir anımda pişmanlık yok zira çok güzel insanlarla kesişti yollarım. Artvin Borçka Çaylı köyünden bugüne Sapanca’ya dek…

Sevgilerimle…

Hasan Basri Kılıç